İnternet kullanımının yaşamın ayrılmaz bir parçası olacağı birçok düşünürün çevresinde dolaştığı veya doğrudan öngörüsü olan bir gelecek tahminiydi. Ancak öyle tahmin ediyorum ki 1990’lı yıllarda doğmuş ve çocukluğunu bu yıllarda yaşayan ‘biraz yaşça büyük gençler’ olarak bulunduğumuz zaman diliminde sosyal medyanın popüler kültür içeriklerinde bu denli büyük bir pazar payını ele geçirmesini hayretle izliyoruz. Dolayısıyla sosyal medyanın teknik yapısını oluşturan Web 2.0’ın ve sonrasındaki gelişmelerin yaygınlaşması, etkileşimin artışı yeni bir eğlence ve medya anlayışını hayatımıza getirmiş bulundu. Artık hayatımızda magazin yayınlarından takip edebildiğimiz ünlüler değil; sosyal medya hesaplarından gördüğümüz yeni ünlüler bulunuyor. Bununla beraber gençliğimize eşlik eden malum AKP’nin siyaseti ve gün geçtikçe kan kaybeden insan hakları, demokrasi ve adalet…
Gelelim yeni popüler kültüre. Bu aslında Batı toplumlarında özellikle de ABD’de çok önceden gerçekleşen bir dizi öteki kimlik: siyahilerin ve diğer Amerikalıların popüler kültürde varlık bulmasıdır. Popüler kültürde ise rap müziğiyle varlık bulmuştur. İkisi arasında her hangi bir ayrım yapma gereği duymuyorum çünkü burada geniş kitlelerin ilgisini toplamak söz konusu olunca rap müzik de ne kadar aykırı olsa da popülerdir. Bizde de öteki deyince doğal olarak Kürtler akla gelir. Ama yayılma alanını sosyal medya ortamlarında bulabildiği için bu kadar gecikti diye tahmin ediyorum. Çünkü Türkiye sıkı yönetilen bir demokrasiye sahiptir. Bu akım sosyal medyanın içerisinde rap müzik ve internet dizisi derken başladı. Ancak yeni popülerler gerçeğin savunusuna başladığı anda iktidar da savaşmaya başladı. Buna karşılık 6 Eylül rap müzikçilerinin baskı devletine karşı cesaret ile hakikati ortaya güçlü bir şekilde koydukları oldukça önemli bir gün olarak anılacaktır.
Özellikle semt, mahalle vurgusu sonra rapçilerin gettodaki kültürü ele alışıyla rap müziğin içerisinde alt kültürün bir gerçek karşılığı doğdu. Rap müziğin çıkış yeri de zaten burasıydı tam olarak; kaderine terk edilmiş işçi sınıfının ve yoksulların sokaklarıydı. Bu sokakların gerçeklikleri: Uyuşturucu, seks işçiliği, cinayet, tecavüz, taciz, hırsızlık ve çeteleşme başlıca ve onlarla mücadele eden abiler, kardeşler. Şimdiye kadar rap müziğimiz kültürel anlamda batıyla ilişik bir görüntü sergilemekteydi. Zaten rap müzik ile Türkiye’nin bağını kuranlar da Almanya’daki Türkler değil miydi? Göründüğü üzere yine bir öteki’nin hikayesini barındırıyordu.
Türkiye’deki yoksul mahaleler ve ötekiler bir anda fenomen olmaya başladı. Ve sonuçta başta Youtube olmak üzere birçok sosyal medya ve içerik platformunda yüz milyon tıklanmayı aşan rapçiler, izlenme rekorları kıran vurdulu kırdılı semt dizileri geldi. Semt çatapatının izleyicinin ilgi odağı olması Freud’un ölüm dürtüsü ile açıklanabilir. Çünkü insanın tanımlayamadığı bir öfke duygusunu mastürbe ettiğini gayet söyleyebiliriz, tıpkı bir zamanların büyük mafya dizilerinde olduğu gibi. Tabi Freud’un savunusunu eleştirenler de var. Ancak şayet ölüm dürtüsü diye bir şey var ise kesinlikle apartman dairesinde oturan bir kişinin yoksul alt kültür yaşamına duyduğu ilgi ile bir ilişkisi olmalıdır. Ve de ilerletmek gerekirse gündelik yaşamda görmediğimiz ama heyecanını yaşamak istediğimiz şeylere duyduğumuz arzu yani Lacancı ‘ötekinin arzusu’ aslında kendi arzumuzun ta kendisidir. Bu nedenle kurulan bu özdeşliğin bir yansıması olarak tüm toplumsal varlığa neden sorusunu soruyor. Ancak bütün bunlar bir eğlence unsuru değil birer toplumsal sorun, acilen çözülmesi gereken büyük adaletsizliklerin üzerine kurulu. En başta Kürt sorunu ve bölgedeki savaş en başta görmezden geliniyor. Bunların hiç farkında olmasak da varoş kültürünün gerçekliği en büyük ilgi odağımız. Yani soru sorma gereksinimi bile duymuyoruz. Yani bu haliyle zaten birer popüler kültür unsuru haline dönüşmüştür. Bu tüm dünya çapında uygulanan hegemonik bir savaşın bizdeki tezahürüdür yalnızca.
Ötekilerin imajları Türkiye’deki geleneksel pop kültürü ile bağlarını da bu yeni popüler kültürümüz ile kurdu. 90’lı yıllarda mesela arabesk kültür ile pop kültürü çok karşı karşıya gelmiş ve popüler kültürde en önemli iki yaşam ve müzik tarzı olmuştu. Hatta Ahmet Kaya’nın o yıllarda arabesk müziğe hakaret eden popçularla magazin polemikleri de oldukça ilginçtir. Ve diğer rapçilerle yeni rapçiler de dissleşmelere düetlere başladılar. Ve popüler kültürün bütün imajları nasıl bir araya getirdiğini üretilen içeriklerde görebiliyoruz. Siyahiler gibi giyinen, klibinde seçkin kültür imajları, arzulanmaya dayanan kadın ve erkek bedenleri ve yukarıda bahsettiğim mahalle kültüründen çıkmış hikayelere de yapılan göndermeler.
Burada da arzularımıza doğrudan hitap eden bir tür olarak karşımıza çıkan rapçileri görebiliyoruz. Freud’un yine tartışmasız en büyük savı ‘yaşam dürtüsü’ sanki daha baskın ve arzunun pazarı varlığını yine sürdürmekte. Ama tıpkı Freud’un bilinç dışındaki savaşımı ölüm ve yaşam arasındaki çatışmadan bir şeyler ve sonuç olarak yaşam da ölüm de canlılara özgü yani biz insanlara özgü. Yaşamak da ölmek de iktidara güç ilişkilerine karşı kendi arzumuzu eylemeye dönüktür. Aslında politikleşmek de politize olmuş bilinçlerin önündeki etik sorunlarına takılıp durmasa özgürlük hemen yanıbaşımızdadır.
YENİ MUHAFAZAKÂRLIK, AÇMAZLARIYLA SAVAŞ
Son dönemlerde belki de en çok tartışılan mesele de konumuzla doğrudan ilişkili. Muhafazakârların bir zaafı olarak bu cenahta tartışmaya açılan ‘mahremiyet’ meselesi var bir de. İşte yazımızın da tartışmak istediği temel mesele de tam olarak bu. Sosyal medya kullanımı gençlerin bu otoriter belirsizlik içerisinde nihilist bir tutum içerisine girdiği gerçeği. Zizek nihilist yorumunu IŞİD için yapmıştı. Ve aktif nihilist bir muhafazakâr modernleşme hareketi olarak ‘gerçek köktendinciliğin yüzkarası’ demişti. Çünkü ortada derin bir çelişki vardı. Müslümanlara çağıran bir hakikat savaşı ama aynı zamanda bundan da çok ötede göz göre verilen bir barbarlık savaşı. Aynı şekilde bugün yaşadığımız muhafazakâr dönüşümün bir anda bütün mahremiyetini yani özünü kaybetmesini kastediyorum. Toplumun bastırılmış arzularına evini açtığını söyleyebilir miyiz?
Günümüzde gelinen aşamaya kadar neoliberal bir yaklaşımla gördüğümüz AKP, Türkiye Cumhuriyeti kurucu söyleminin karşısında susmayı tercih ederek Türk modernleşmesinin karşısına islamcı bir söylemi sessizce yerleştirdi. Yeni bir hegemonya tam anlamıyla oturmuş bulundu. Bu söylemin arkasına giderek milliyetçiliğe doğru inişe geçen bir ‘Osmanlı Milliyetçiliği’ konuldu diyebiliriz.
Yaşamını öyle ya da böyle bu siyasal islamcı rejimin yönetimi altında geçiren gençlerin yeni yaşam anlayışı, eğlence kültürü. Malumunuz hükümet çeşitli sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği içerisinde iktidar sınırlarını gençliğin islamcı bir dönüşüm yaşaması için oldukça zorladı. Birçoğunuz gibi benim de mezunu olduğum lisenin başına imam hatip sıfatı geldi. Acaba gençlik olarak kaçımız bu muhafazakâr yaşam biçiminin içerisinde var olabildik? Bence buna dönük olarak yapılacak bir bilimsel araştırmanın sonucu iktidarın istediği biçimde iç açıcı değil ki muhafazakâr ailelerdeki çocukların siyasi düşüncelerinde ciddi bir geçişkenlik yaşandığına dair bir bilimsel araştırmayı sonuç olarak tespit etmiş bulundu bir hocamız. Yani evdekinden de olundu.
Mahalle kültürünün bir özlem hasret sorunu olduğunu yani yok olmaya yüz tuttuğunu da göstermektedir. Belki de bu getto kültüründeki sevgi ve bağlılık hissi bir tür insanın hakikat arayışına karşılık geldi. Badiou’nun ‘sebat’ı işaret etmesi, ayaklarımızın altından kayıp giden ahlaki değerler nedeniyle oluşan bir tür amaçsızlık hissinden uzaklaşmak için de bir geri dönüştü. İnsana korku, güven ve bağlılık hislerini veren bir öze sahip. Ancak bir gerçekliğin simüle edilmesinden başka bişey de değil. Badiou tam etrafında dolaştığımız ve sürekli ıskaladığımız şeyin artık somut, insan ve doğanın uyumuna dayalı yeni bir hakikatin inşa edilmesine duyduğu arayışı yazarken o kadar haklıydı ki. Lafı dolandırmadan yalnızca imajlarla üzeri toprakla kapanmış insan özgürlüğünün gerçeklik ile tüm bağının kopuşuna karşı yeni bir felsefe inşa etmek.
Sonuçta dönüp dolaşıp ıskaladığımız tek bir gerçek en küçük adaletsizliğe karşı ses çıkarmak ve haydutlukla savaşma gerekliliğidir. Elimizde tek bir şey var, bedenlerimiz ve zamanımız. Önüne çıkan herhangi bir şeye karşı verdiğimiz bütün mücadeleler politik mücadelelerdir. İmajlar diye nitelendirdiğim şeyleri elbette eyleyen iletişim araçları ve teknolojileridir. Onlar yoksa birbirimizi tanıma bilme yetimiz yok gibi bir şey. Ses çıkarmak bir ödev veya sorumluluk olarak ele alınmamalı hayat varlığımızın en ayrılmaz niteliği olarak anlaşılmalıdır. Yeni popülerlerimizin 6 Eylüldeki cesaretini açıklamak yeni bir hakikat savaşının da görülmesini ve artık kaçırılmamasının gerekliliğidir.