Zeliha Cenkci: Korkmadım çünkü şair olmak istiyordum

Kadınların emeğinin her yerde görünmez kılındığı aşikâr. Bütün çalışma alanlarında kendi iş yükümüzün yanında bir de eril tahakküm ilişkileri ile mücadele etmek zorunda kalıyoruz hepimiz. Düpedüz vasat diyebileceğimiz kişiler erkek olmalarının getirdiği gereksiz öz güvenleriyle ataerkinin her alanda/kurumda sağladığı konfor alanlarını kullanarak belli mevkilere kolayca gelirken kadınların senelerce dirsek çürütmesi gerekebiliyor. Kadınların yetenekli, zeki, başarılı güçlü birer mimar, ressam, öğretmen, öğrenci olabileceği akıllara gelmiyor. Kadınlar tam kendilerine güvenmeye, bir şeyler başarmaya başladığında ise başarılarının altında hep başka nedenler aranıyor.

Toplumsal cinsiyetten, feminizmden bir haber erkeklerle uğraşmak dert elbette ama bir de bunların okumuş, yazmış, çizmiş olanları var ki en katlanılmaz olanları onlar. Bu röportajı Zeliha ile yapmak istememizin temel sebebi güçlü ve yetenekli bir kadınla sizleri buluşturmak/tanıştırmak. Daha küçük ama yine önemli bir diğer sebep de bu okumuş “erkek” modelleriyle çokça uğraşmak zorunda kalmasına rağmen bir kadın olarak bize kuvvetli şiirler, yazılar sunması. Zeliha’dan bu erkekliklerin bizim göremediğimiz hâllerini bizlere hatırlatmasını istedik. Annesine Zeliha’nın kitabı çıktığında hissettiklerini sorduğumuzda “Onunla gurur duyuyorum. Tüm çevreme, tüm arkadaşlarıma kızımın şair olduğunu, kitabının çıktığını söylüyorum. Instagram hesabımda bile paylaştım. Zeliha daha yolun başında, bu zamana kadar çok sancılar çekti biliyorum, çok yıprattı kendini başarılı olabilmek için. Ben bu süreçte ona hep destek oldum, yapabileceğini biliyordum. Çok daha iyisini yapabilir, bunu da biliyorum” diyor. Bir röportajdan ziyade Zeliha’nın annesinin de dahil olduğu keyifli bir sohbet ettik diyebiliriz.

Röportaj: Ayşe Büşra Yılmaz

Öncelikle merak ettiğim şey senin şiir ile hikayenin nasıl başladığı. Yani şiir uğraşına dair hatırladığın ilk anıların neler, biraz bunlardan bahseder misin?

Aslında çocukluğumdan beri sanata, sanatçıya ilgiliydim. Müzisyen olmak istiyordum. Bu bir şekilde olmadı. Hem sınıfsal sebeplerden, hem de muhafazakar ailede büyümüş bir kadın olduğumdan bunun bir gün gerçekleşebileceğini hiç düşünmemiştim. Hayaldi dediğim gibi. Önümde zaten sınıfsal bariyer vardı, bunu aşmak zordu. Unutmuyorum, lisedeyken hâli vakti epey yerinde bir erkek arkadaşım gelip kendi ismi için “Sence de ismim şair ismi gibi değil mi?” demişti. Ben de o zaman ona “Evet şair ismi gibi seninki demiştim”. Öyle ki ismimin şairlikle yan yana gelebileceğini bile düşünmemiştim, fakat belli ki bunu düşünebilen erkekler varmış. Bu soru aklıma bile gelmemişti benim. Çünkü bu öz güven yoktu. Bunu düşünebileceğim, bu soruyu kendime sorabileceğim bir alanım yoktu. Bunun olmaması benden çok bağımsız sebeplere de bağlı. Şimdi düşünüyorum da öz güven gerçekten de kadının sermayesi ve ben bunu edinene kadar çok uğraştım. Liseden beri erkeklerden gördüğüm, sürekli bir entelektüel olarak seni ezme; bilgini, becerini yok sayma. Bu üniversitelerde hâlâ devam ediyor. Misal şiir yazman, emek uğraş vermen o erkeğin umurunda bile değil, yoksun sen.

Şiir ile olan hikayem ise yine bu lise yaşlarında başladı. Çocukluğumdan beri kitap okumayı çok severdim. Günlük tutardım. Lisede benim bir tane blog’um vardı. Bu blog’a arada yazılar yazardım ama yazdığım şeylerin ne olduğunu düşünerek yazmazdım. Şiir öykü demezdim onlara. Yazardım. Hâlâ yazıyorum o blog’a bugün. Şiire bir merak değildi bendeki de daha çok yazmaya bir meraktı. Kendini yazarak ifade etmeye, kelimelerle. Çoğu insan gibi lisede ben de Turgut Uyar, Edip Cansever gibi İkinci Yeni şairlerini okuyordum. Lise sona doğru ise Didem Madak, Gülten Akın, Birhan Keskin gibi şairlerle tanışmaya başladım. Şiir ve kadınlık deneyimi kesişti. Bugün anlıyorum, ilk yazdığım ve şiir olarak adlandırdığım şiirlerimde Didem Madak’ın etkisi çok. Bugün öyle değil artık.

Üniversiteye geldiğimdeyse her şey değişti benim için. Bir dergide şiirlerimi yayımlatabileceğim ihtimali ile tanıştım. Edebiyatla, bilhassa şiirle ilgilenen insanlarla tanıştım. Şiire ittirdim kendimi. Şiirin sunduğu özgürlük alanı hoşuma gidiyordu. Hikâyelerini bildiğim şairler vardı ve o şairlerin ilk şiirleri Varlık’ta yayımlanmıştı hep. Varlık’ta şiirim çıksa, şairliğe giden yolda ilk adımı atmış olacağım gibi hissediyordum. Küçük İskender yayımladı ilk şiirimi de. Bunun olması için uğraştım, biraz bekledim.

Bir de korkmadım diyebilirim sanırım çünkü şair olmak istiyordum artık. Eskiden beri yazdıklarımın şiir olduğunu anladığımda her şey değişti. Önceden, yazdığım şeylerin şiir olduğunu söyleyebilecek noktada değildim; o kadar geriden başlatıyorlar seni. Ama korkmamak, kendi emeğine değer vermek gerekiyor işte. Bunlar adım adım oluyor kimi kadında. Bu noktaya gelene kadar çok zaman geçiyor, bir sürü engelle karşılaşıyor insan. Bu ve bu gibi sebeplerden ben şiir yazma arzuma bir milat koymak istemiyorum. Bir miladı yoktu gibi geliyor çünkü, hep orada duruyordu da fark edilmeyi bekliyordu gibi yani.

Bu süreçte hiç ret aldığın olduğu mu?

Elbette oldu. Aslında bu biraz da şiirini nasıl bir dergiye yolladığına ve o derginin nasıl şiirler kaldırabildiğine bağlı. Her derginin kaldırabileceği bir şiir tarzı, biçimi, içeriği var. Uygunluk önemli. O dergide çalışan şiir editörü çok önemli misal. Ben, Küçük İskender o zamanlar nasıl şiirler basıyordu bilmiyorum. Varlık’ı hep okuyor, yeni şiirleri takip ediyordum. Şiirlerimi yolluyor ve kendimi deniyordum. Her ay heyecanla bakıyordum Varlık’a. Bu yollama süreci benim için bir basamak gibiydi işte. Bu süreçte çok fazla şiir yazdım, denedim, uğraştım. En sonunda yayımlanınca evet bir sonraki basamağa geçebilirim dedim. Sonrasında bir şiir dosyası hazırladım, yayınevlerinde çalışmaya başladım. Bir şiir dosyası nasıl hazırlanır onu öğrendim. Bir yarışmaya katıldım o süreçte, olmadı. Şair yazar Gülce Başer’le bunun üzerine uzun bir konuşma yaşamıştık mesela. Pek çok tavsiye vermişti bana. O yarışmada başarılı olamamam bana birçok şey öğretti yani. Sonra devam ettim, başka bir dosya hazırladım. Enver Ercan’ın yanında çalışmaya başlamıştım, Yasakmeyve Komşu Yayınları’nda. Türkiye’deki şiir ortamıyla bu şekilde tanıştım.

Tanıdığım bir şairin söylediği bir şey vardı: “Şiir olmak için etrafa şair gözüyle bakmanız gerek” derdi. Şair olmak istiyorsan günlük hayattaki tüm pratiklerin temelinin buradan çıkması gerektiğini söylerdi. Ben de şair olmak istedim. Hayata o gözle bakmaya başladıysanız artık zaten ya da o gözle bakıyor olduğunuzun farkına varmışsanız epey bir engel yıkılıyor.

İlk gönderdiğin şiir ve sonrası nasıl geçti senin için?

Ben şiirlerimi yollamaya başladıktan bir süre sonra yapamayacağımı düşündüm çünkü uğraşıyordum ama yayımlanmıyordu yine de şiir. Hep Varlık’ı deniyordum. Bu süreçte bende bir şeyler eksik mi acaba dedim. Bu yüzden sürekli olarak çalıştım. Eksik her neyse onu kapatmak için ki dediğim gibi ne olduğunu bilmiyordum eksiğin. Şiiri çalışmak böyle bir şey aslında, bu kadar basit. Sürekli şiir okumak ve yazmak, şiir üzerine okumak, manifestoları okumak. O zamanlar teori bilgim çok yoktu ama yine de şiir yazmak için sürekli çalışmak ve kendi imgelerini, izleklerini oluşturmak gerektiğinin farkındaydım. Ancak bu süreçte illa ki bir otoriteye ihtiyaç duyuyorsunuz. Yolunuzun bir dergiden geçmiş olması gerekiyor bazen, bir yerde bir şiirinizin çıkmış olması gerekiyor. Varlık’ta şiirim ilk kez yayımlandıktan sonra başka dergilerde şiir yayımlatabildim artık zaten çünkü referans gösterebiliyorsun bunu. Şiirim Varlık’ta çıktı diyince diğer dergiler seni daha çok dikkate almaya başlıyor.

Normal bir iş başvurusu yaparken bile referansa ihtiyaç duyuyoruz, bu edebiyatta da mı bu şekilde?

Öyle olmayabilir de ama benim sürecimde böyle gelişti. Ben bunu bu şekilde deneyimledim. Şiirim Varlık’ta yayımlandıktan sonra şiirlerimi daha kolay yayımlatabildim diğer dergilerde. Bence şöyle bir şey de var: Şiir yazmak öğrenilen, geliştiğin ve bitmeyen bir süreç. Belki ilk şiirlerim de olmamış değildi, yalnızca dergiler kendine uygun bulmadı bu şiirleri. Öyle denk gelmişti. Böyle denk gelmişti. Bir şekilde benim yürümüş bulunduğum yol bu olmuş oldu.

Sence şiir yazabilmenin “doğuştan gelen yetenek” ile bir alakası var mı?

Şiir yazmayı doğuştan gelen yetenekle ilgilendiremeyiz sadece. Sadece çalışmak da yeterli değil. Bence şiir yazmak için detaylara önem vermek lazım. Bir göz, bir bakış açısı lazım. Belki bu bakış açısıdır mühim olan, sanatçılık. Şiir detaylardan çıkıyor. Kendim için şunu diyebilirim ki kendimi bildim bileli detaycı bir insanım. Ben sürekli kendimi sorguluyordum, lisede sürekli bir şey yapmak istiyordum. Yaptığım, yazdığım, okuduğum asla yeterli gelmiyordu. Mesela sürekli günlük tutardım, kolaj yapardım, hippilere meraklıydım, Woodstock kültüründeki radikalliğe ve yaratıcılığa hastaydım. Günlüğe yazdıklarımı beğenmezdim daha iyi yazmaya çalışırdım. Şarkı sözü yazardım kendimce. Yazma çabası, arzusu vardı işte. Doğuştan gelen bir yetenek değil de doğuştan gelen bir eksiklik, eksiklikten doğan tatminsizlik, bir arzu gibi. Bence yazar/şair olmak isteyen her insan için günlük tutmak çok önemli bu arada. Müthiş bir yazma pratiği sağlıyor.

Her alanda olduğu gibi edebiyatın da kadının karşısına çıkardığı sorunlar mevcut. Sen bu alanda, bir kadın olarak neler yaşadın?

Türkiye’de yayıncılık, edebiyat sektöründe -bunlara sektör demek zorundayım çünkü sektörleşti- üreten bir kadının, edebiyat eleştirmeni bir kadının bir yerlere gelmesi zorlaştırılıyor. Şiiriniz bir yerlerde çıktığında hakkınızda anında dedikodular yayılabiliyor; burada şiiri çıktı, şu adamla yattı gibi söylentiler çıkabiliyor. Ödül aldığınızda bu olabiliyor. Büyük bir yayınevi ile anlaştığınızda bu olabiliyor. Durum bu kadar çirkin. Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’nde Dikkate Değer Ödülü’nü aldım ben. Benzer bir şey deneyimledim bununla alakalı. Yalnız şahsıma yönelik olduğunu düşünmediğim bir yazı var. Bu şekilde ödül alan genç kadınları yaftalayan, etiketleyen, düpedüz saçma bir yazı. Bu yazıyı Ekşi Sözlük’te adımın altında paylaşmış bir kullanıcı. Ekşi Sözlük’te hakkımda girilen bir entry’de şu yazıyor: “Enver Ercan’ın genç ve güzel kızlar kategorisinden ödül alması…” Ben sadece şunu demek istiyorum: Sen, o şiir dosyasına ne kadar çalıştığımı biliyor musun? Ne kadar emek verdim, ne süreçler yaşadım, neler çıkarttım içinden neler aldım, kime danıştım, kimle konuştum? Kadın olduğum için emeğim göz ardı ediliyor, direkt kadınlığım ön planda. Bu yalnızca benim değil neredeyse tüm kadınların başına geliyor bir üretim içinde olan. Edebiyatçı bazı erkekler kadınların onlardan daha iyi yazıp ödül almasına inanamıyor sanırım, altında daima başka bir şey aranıyor.

Ödül mekanizmaları da çok patriyarkal. Çok büyük laflar etmek istemiyorum ama çok yakından tanıdığım bir yazar arkadaşım var, Nazlı Karabıyıkoğlu. “Türkiye Yayıncılık Sektöründe Cinsel Taciz ve Zulüm” adlı bir yazı yazdı, bu yazıda çok fazla örnek görebilirsiniz olan bitenlerle ilgili. Bir de Medyascope.tv’de aynı başlıkla ve yazı üzerine bir yayın yapmıştık. Orada da konuştuk bunları.

Edebiyatla ilgilenen erkekler kendilerini otorite olarak görmeye çok meyilli, gelenek işte. Bu yüzden kadınsan türlü tacizlere ve baskılara maruz kalıyorsun. Sana gelip “kilo almışsın, niye kilo aldın, kilo ver” gibi şeyler bile söyleyebiliyorlar. Çok büyük yazarlar var ki bir sürü kadını taciz ettiğini biliyorum, duyuyorum. Burada şunlar sorulmalı bence, bu erkek kişiler bu hakkı kendilerinde nasıl görebiliyorlar? Edebiyata meraklı, daha yolun başında bir kadını nasıl manipüle edebilirler? Kadınların şiirleri hakkında neye, hangi teoriye dayanarak aşağılayıcı ifadelerde bulunabilirler? Türkiye’ye bakınca çok fazla entelektüel erkek görmüyorum açıkçası. Gördüklerim içinde “solcu, az biraz okumuş, edebiyatçı” ağabeyler bir yandan kendi artçıllarını yaratıyorlar. Bir kadınsan kendi network’ünü kurman çok zor bu yüzden. Ki edebiyatta bile network çok önemli. Seni kimin taciz edeceğini bilemiyorsun, kimin sana nasıl yaklaşacağını bilemiyorsun. Ben biraz uzak kaldım bu sebeple edebiyat dünyasından ve bunun karmaşalarından. Uzaktan izliyorum, duyuyorum, az kişiyle ilişkileniyorum. Cinsiyetimin değil, şiirimin konuşulmasını istiyorum sadece.

Tüm kadınların hikayesi bir noktada kesişiyor diyebiliriz sanırım. Kadınsan bulunduğun her yerde benzer şeyleri yaşıyorsun.

Gerçekten zor. Öncelikle sen kadınsan zaten şairim demeye bile çekiniyorsun. Çünkü kafanda şairleri başka kodlamışsın, ilk aklına gelenler hep şair erkekler olmuş. İlk öğrendiğim şairlerin çoğu erkekti. Şair Nigar Hanım, Şükufe Nihal, Halide Nusrat Zorlutuna…Neredeydiler? Suat Derviş var mesela, biz lisede edebiyat derslerinde görmedik ancak kendisi döneminin en üretken yazarlarından. Gündemde olan, öne çıkarılan hep erkekler oluyor. Dergilerde de çok fazla göremiyorsun kadınları. Yine de günümüzde edebiyat dahil pek çok alanda kadın görünürlüğünün arttığını düşünüyorum. Kadınlar çok kuvvetli. Ayrıca edebiyat dünyasında ifşalar ardı ardına geliyor. Ben daha da geleceğini düşünüyorum. Öykündüğümüz, beğendiğimiz, yazılarını takip etiğimiz bir sürü yazar erkeğe şüpheyle yaklaşıyorum artık ama. İster istemez okumayı bıraktığım insanlar oldu. Kimseyi tacizci ilan etmek istemem de kadınlar arasında dönen beyanları ciddiye alıp bazı isimlere mesafeli durmakta fayda var gibi düşünüyorum.

Kitap sürecin nasıl gelişti? Kitabını hangi temalar üzerine kurdun?

Kitabın gelişim süreci oldukça uzundu bence. 2017 yılında “Odalar ve Şehir” ile Arkadaş Z. Özger Ödülleri’ne katıldım. Orada dosyanın adı anıldı, dosyanın adı Bel Altımdaki Şehir’di o zaman. Aynı dosyanın adı Yaşar Nabi Gençlik Ödülleri’nde de anıldı. Sonraki sene dosyayı biraz daha geliştirdim. Sadece Türkiye’deki kadınların durumu değildi benim yazmak istediğim. Diğer Ortadoğu ve üçüncü dünya ülkelerinde de bu mücadeleler devam ediyor ve büyüyor, Latin Amerika’da da keza. Bunları da ekledim kitaba. Kitap böyle bir yönden okunabilir yani diye de düşünüyorum. Ancak okunabileceği tek yönün bu olduğunu düşünmüyorum işte. Duaları ezbere biliyorum mesela ve ister istemez bu şiire ve kelimelere yansıyor. Temalaşıyor bunlar. Bazı kelimeleri muhafazakar insanlardan daha çok duyarsınız. Bu kelimeleri kullanıyorum çünkü derdim yalnızca kendi ideolojimdeki insanlara değil, diğer insanlara da seslenebilmek. Biraz daha empati yeteneklerini geliştirebilmek. Çünkü Türkiye’deyiz. Türkiye’deysen İslam’ı es geçemezsin. İster istemez şiirlerimde bir sure, bir ayet geçiyor. Ben bunlara eleştirel yaklaşmak istiyorum. “Le küm diniküm veliyedin” bu “Senin dinin sana, benim dinim bana” demek. Bunun gibi…Bunların yanında ben Cahiliye’den bahsediyorum misal. Cahiliye dönemine benzetiyorum bugün yaşadığımız dönemi. Meksika’da örülen duvardan da sınırlardan da bahsediyorum ya da İstanbul’a olan sevgimden, İstanbul’un kaosundan. Şehirler, ülkeler çok hâkim kitaba. Madrid de var, Portekiz de var, Kırgızistan da var, Venezuela da var. Buralarla ilgili kafamda ne gibi örüntüler varsa; ülkeler ve şehirler bana, benim odama, benim küçük alanıma nasıl yansıyorsa bunlar da var. Entelektüel ve aydın eleştirisi de var yer yer, yer yer kendi muhafazakar geçmişime göndermeler, yer yer güncel politik olaylara dokunmalar da var, böyle tamalar var.

Dosyayı hazırlarken temel izleğim kadınlık değildi, bunu vurgulamak istiyorum tekrar. Tabii kadın olduğun ya da kadınlık kodlarıyla büyütüldüğün için ister istemez derdinin derdine yansıyor bu durum şiirde. Ben iyi kötü bir şeyler yazıyorum, çok iyi ya da çok kötü diyemem elbette ama yazıyorum, bazı yerlerde temel çıkış noktamın kadınlık olmamasını özellikle isteyerek. Çünkü dediğim gibi, kendimi şu an kadın olarak tanımlıyor olmam üzerinden okunsun istemiyorum her şiirim. Çok normal bir istek bu diye de düşünüyorum. Kendisine erkek diyen şairlerin her şiirini erkeklik üzerinden okumuyoruz nihayetinde. Ancak Türkiye’de, bu edebiyat dünyasında kadın olduğunu söylemek zorundasın bir yerde. Böyle hissediyorum, bunu hissettirmek zorunda olduğumu da düşünüyorum. Yani karşınızda şiir yazan genç bir kadın var, kadınlar var ve bu kadınlar bazı sıkıntılar, zulümler yaşıyor.

Edebiyatta kadın dayanışmasına dair herhangi bir ağ var mı şu an? Yoksa, nasıl örülebilir?

Kadın dayanışması her zaman her yerde var, kurumsal oluşumlardan söz etmiyorsak eğer. Edebiyat dünyasında bilfiil taciz ifşalarıyla, edebiyattaki erkeklikle uğraşan kadınlar olduğunu düşünüyorum. Çok çok da destekliyorum, mutlu oluyorum gördükçe. Ama herkes bireysel bir çaba içinde bir yandan…Bu üzücü. Örgütlenmemiz gerek sanırım, sanırım da değil öyle…Eğer patriyarkayla savaşmak istiyorsak tabii.
Ağ deyince aklıma Cin Ayşe fanzin geldi. Şair Anita Sezgener çıkarıyordu. Türkiyeli kadınlardan şiirler, yazılar ve yabancı yazar şair kadınlardan çeviriler vardı fanzinde. Böyle dergilerin olması, kadınların kendilerine bir alan yaratmaları çok önemli, özellikle edebiyatta. Ama bunun için tabii önce bir araya gelmek gerek. Arkadaşlıklar, dostluklar elbette var, dayanışma var ama daha çok olması gerekiyor. Kadınların beraber üretmesi gerek.Kadınlar olarak birbirimizle her an her yerde konuşmamız gerek…Birbirimizi eleştirmekten kaçınmamamız da gerek tabii bunun gerçekleştiği alan ve üslup çok önemli. Bunlar benim düşüncelerim tabii.
Edebiyat dünyasında kadın dayanışması örülmeden hepimizin deneyimlediği bu problemlerin aşılacağını düşünmüyorum. Sen bir yere tek başına gelebilirsin ama şiirde gelirsin; edebiyat dünyasındaki o sıkıntılar, patriyarkal baskı hep daim. Maalesef bazı edebiyatçı kadınların da sustuğunu görüyorsun. “Sükut suikastı” olarak adlandırıyoruz bir bu süreci. Nazlı Karabıyıkoğlu’na selam olsun tekrar. Bir kadın, hayatta kalan, ifşasını yapıyor ama gereken desteği bulamıyor kimseden sükut suikasti yüzünden. Ciddi bir feminist teori eksikliği var. Ben de külliyatı yuttum diye demiyorum bunu ama eksiklik var, hepimizde var. Kadınlarla konuşa konuşa olacak işte bunlar, bağıra bağıra. Çünkü bunların bağırılması gerek, kadınların birbiriyle konuşması gerek.

Fakat şunu da söylemeliyim: Feminizm ve şairlik benim için ayrı yerlerde duruyor. Bu demek değil ki feminizm şiirimi etkilemeyecek, daha çok etkilemeli. Cemal Süreya nasıl kadın bedenini çekinmeden şiirinde kullanabiliyorsa benim de erkek bedenini kullanabilmem lazım belki. Bunların üstüne düşünüyorum bu ara. Bunu yapan Türkiyeli şair kadınlar da var.

Ben de Nazım Hikmet, Küçük İskender okuyorum ama şair erkekleri okuduğumuz kadar şair kadınlara da kıymet vermemiz gerek. Hatta kimi öne çıkarttığımıza da dikkat etmemiz gerek, kimlerin isimlerini zikrettiğimize… Şair kadınlar olarak birbirimizi daha çok desteklememiz birbirimizin şiirleri hakkında yazmamız birbirimizle röportajlar yapmamız gerek. Çünkü kadınsan direkt geriden başlıyorsun. Bu öz güveni birbirimize vermeliyiz. Öz güveni olan, patriyarkayla mücadele etmeye çalışan kadının önünü açmalıyız hep kadınlar olarak. Her alanda olacak, orada da olacak, her zaman, her yerde var olmaya devam etmeliyiz.